Su; H2O, Aqua, Dihidrojen Monoksit
Hayat onsuz var olamazdı kuşkusuz. Milyonlarca yıl önce yerkabuğunun üzerinde sıcak bir gaz bulutu tüm küreyi çepeçevre sarıyordu. Öyle bir bulut düşünün ki güneş ışınlarının yakıcı tesirini perdeleyen ve neredeyse kaynama noktasının altına kadar yeryüzü sıcaklığının düşmesine neden olan… Isı yeterli koşullara kadar düştüğünde bu bulutlar yoğunlaştı ve yeryüzüne yağış olarak düşmeye başladı. Bulduğu her boşluğu doldurdu ve yeryüzü sularla kaplandı. Yeryüzünde bulunan tuzlar ve çözünmüş mineraller suda süreç içinde hidrokarbonları ve dolayısıyla hayatın temellerini attı. Her ne kadar birkaç satırda özetlemek zor olsa da suyun yeryüzündeki varlığı böyle bir hikâyeye sahiptir.
Hayat işte böyle, önce suda başladı.
Sınırlı oksijenin bulunduğu bir dünyada, yeni evrimleşmekteyken mümkün olduğunca verimli olmak zorundaydılar. Bu nedenle ilk hayvanlar bu derin sularda ortaya çıktı.
Hayat suda başlayıp evrimleşti. Bu nedenle tüm canlılar için su olmazsa olmaz bir kaynaktır. Su yerkürenin oluşumundan yani başlangıçta bu yana sınırlı bir kaynaktı. Ve sürekli bir devinim halindeydi. Bu devinime veya çevrime suyun doğadaki çevrimi diyoruz. Yerkürede milyonlarca yıldır su, doğal bir çevrim ile canlıların hayatına yön veriyor. Okyanuslardan ve yüzeysel sulardan buharlaşan su kütlesi sonrasında atmosferde soğuk bir tabakayla karşılaşmasının ardından tekrar yağış olarak yeryüzüne dönüyor ve gerek yüzeyde gerekse yeraltında karşılaştığı birçok safsızlığı bünyesine katarak tekrar okyanuslara ve diğer su kaynaklarına geri dönmektedir. Milyonlarca yıldır süregelen bu devinime baktıkça suyun evrendeki bu çevrimine dünya döndükçe şahit olacağız diye düşünüyorum.
Suyun hayatımızdaki yerini düşünürken sıklıkla direk kullanımı açısından yaşamsal faaliyetlerimizdeki payını hatırlarız. Oysa dolaylı veya direk olarak sanayide, tarımda, tıpta yani aklınıza gelebilecek her türlü üretime veya hizmete yönelik proseste suyu alternatifsiz olarak kullanmaktayız. Endüstride yaptığımız sunumlarda sıklıkla neden suyu kullanıyoruz sorusunun cevabını ararken; doğada hemen kullanıma hazır olmasından, maliyetinden ve fiziki özelliklerinden bahsederiz. Ama gerçekte, günümüzde suyu kullanıma hazır bulabiliyor muyuz? Artık çok zor…
Bugün dünya üzerindeki su kaynaklarının neredeyse %97’si tuzlu ve okyanuslarda yer alıyor. Geri kalan kısmının büyük bir kısmını ise buzullar ve yer altı suları oluşturuyor. Yani biz artık binde oranları ile ifade edebileceğimiz miktarda tatlı su kaynaklarını direk kullanabiliyoruz. Ve bu kaynaklar da son 50 yılda ciddi manada endüstriyel kirliliğe maruz kaldığından ciddi bir arıtma ve tasfiyeden geçmedikçe amacımıza uygun olarak kullanabilmemiz mümkün değil. Bu nedenle maliyeti de artık eskisi gibi düşük değil. Fiziksel özelliklerine gelince; suyun süreç içinde çevresel etkilere maruz kaldığını ve az önce belirttiğim gibi berraklaştırmaya veya içeriğinin komple elden geçirilmesine gereksinim duyulabildiğini söyleyebiliriz. Yani su artık ucuz, kolay bulunabilir ve fiziksel özellikleri kullanıma hazır bir meta değil.
Sanayide devasa miktarlarda kaynak kullanımı söz konusudur. Mevcut teknolojiler ne kadar ekonomik harcama hedefine uygun olarak tasarlansa da sanayi ile direk bir bağlantısı olmayan birinin bu sarfiyat miktarlarını duyduğunda çok şaşıracağı boyutlardadır. Sayısal bir örnekleme:
Başlangıçta canlılar oldukça küçüklerdi. Milyarlarca yıl boyunca, dünyadaki tüm yaşam mikroskobikti ve çoğunlukla tek hücrelilerden oluşuyordu. Sonra aniden, yaklaşık 570 milyon yıl önce, büyüklükleri bir metreye kadar varabilen, yumuşak, sünger benzeri gövdeli hayvanları da içeren karmaşık yapılı organizmalar ortaya çıktı. Bu büyüklük ve karmaşıklıktaki canlılar 15 milyon yıl boyunca sadece derin Sularda yaşadılar. Okyanusların korunaklı ve stabil ısı değişimlerini avantaja çevirebilen bu canlılar yaparsak 1 adet tişört üretebilmek için 1.700 litre, 1 adet kot pantolon için 10.800 litre su kullanmaktayız. Bir çift ayakkabı üretimi için 16.600 litre su harcıyoruz. Yani dünya nüfusunun bu denli yüksek oranda arttığını düşünürsek, sınırlı su kaynaklarının bu nüfus için gerekli hizmetlerin sağlanmasında ne denli ekonomik harcanması gerektiği gayet açıktır. Bu nedenle ülkeler artık “zero liquid dischage” yani sıfır sıvı atıklı teknolojilere yönelmeyi bir ülke politikası olarak masaya koymaktadır.
Diğer yandan artan nüfus ve bu doğrultuda gerek insani faaliyetler için gerekse yukarıda saydığım prosesler için artan bir su ihtiyacı oluşmaktadır. Şimdilik sanayi bu ihtiyacı okyanuslardan elde ettiği sudaki tuzu gidererek karşılamaya çalışıyor. Fakat bu teknolojilerin atıkları aşırı konsantre ve verildiği mecranın habitatını bozacak eğilimlerde oluyor. Bu da ülkeler arasında artık ortak bir su politikasının geliştirilmesini gerektiriyor.
Suyun üzerinde halen birçok bilimsel çalışma sürmektedir. Daha verimli kullanabilmek veya defalarca amacına yönelik kullanıp tekrar geri kazanabilmek öncelikli konularımız. Hatta başlı başına bir konferans konusu olabilecek tarzda bilim ve mananın beraberce irdelendiği çalışmalar da var. Örneğin Japon bilim adamı Masaru Emoto’nun her ne kadar da bilim çevrelerince sahte- bilim olarak damgalansa da ses frekansına göre kristallerinin aldığı formlar üzerine yaptığı çalışmalar insanlığın suyun anlamı ve fiziksel yapısı üzerindeki anlam arayışlarının halen derinlemesine sürdüğünü göstermektedir.
Suyun fiziki özelliklerinden ve anlamından bahsettik. Şimdi biraz da suyun toplumlar için tinsel manası üzerinde duralım. Neredeyse her dinde suyun insanlık için yeri ve öneminin altı çizilmiştir. Hristiyanlıkta su vaftiz töreninde kullanılır ve eski hayatında ölüp yeni bir hayata tertemiz, pak uyanılması için kutsal sayılan suya ihtiyaç duyulur. Musevilikte de suyun canlılık veren, hayat bağışlayan yönüne dikkat çekilmektedir. Müslümanlıkta ise bizzat Kur’an’da her şeyin sudan yaratıldığı (Enbiya 30. ayet) ifade edilmektedir. Gerek tek tanrılı dinlerde gerekse farklı inanışlarda su her zaman toplum yaşamında kendine kutsal bir yer bulmuştur. Öyleyse suya yapılan bir iyileştirmenin dolaylı olarak tüm kâinata ve insanlığa yapıldığı düşünebiliriz. Yani suya yapılmış hizmetlerin mana dünyasında da bir karşılığının olduğu görülmektedir.
Öyleyse su kalitesini iyileştirmek insanlığa hizmet ve dolayısıyla yaratılmış her şeye hizmet etmek anlamı taşımaktadır. Bu da insanlara ve özellikle biz su teknolojileri alanında çalışanlara büyük sorumluluklar yüklüyor. Büyüklerimiz boşuna dememiş su ikram edene “Su gibi aziz ol” diye…
Alper Tunga DOST
Satış ve Pazarlama Direktörü